Yazar Zeki Bulduk, Türkiye Yazarlar Birliğinin (TYB) "Kitabına Göre Konuşalım" programına konuk oldu.Butimar Edebiyat dergisi Editörü Şeyma Subaşı'nın yönettiği çevrim içi etkinlik, TYB İstanbul Şubesi'nin Instagram hesabında canlı yayınlandı. "Müstesna Deliler Albümü", "Afganistan Mektupları-Evlat Babanın Sırrıdır" ve "Bozkırın Atları Yaman Ölür"ün arasında bulunduğu kitaplarıyla tanınan Bulduk, güncel çalışmalarını, öykü, roman ve hikayelerini yazarken yaşadıklarını anlattı.
Asım Gültekin'in özel biyografiler yazmasını tavsiye etmesiyle kaleme aldıklarının "Müstesna Deliler Albümü" kitabıyla sonuçlandığını ifade eden Bulduk, şunları söyledi: "Şurada doğdu, şurada eğitim aldı şeklindeki normal biyografilerden ziyade, bir insanın özel bir yerini, halini anlatmayı tercih ediyorum.
Mesela Sezai Karakoç için 5-6 yıl önce bir program yapmıştık, orada edebiyatçı, yazar dostlarımızla Sezai Karakoç seven herkes birer paragraflık konuşma yaptı.Ben sadece şunu söyledim, 'Biz burada konuştuğumuz sırada Sezai Karakoç Kadıköy'de bir küçük dairede yalnız başına yaşıyor ve hiçbir zaman sevgilisi, eşi ya da aşık olduğu bir insan kapısını çalmayacak, bizler kapımızı çaldığımızda, içeri girdiğimizde eşimiz, çocuklarımız karşılayacak.
Ben Sezai Karakoç'un yalnızlığını seviyorum.' Biyografilerde insanların pek görünmeyen yönlerine bakarım.Asım Gültekin bunu söyledikten sonra ben Kırşehir'e gitmiştim.Kırşehir'de bir fotoğrafçıda çocukluğumun delilerine ait 4-5 fotoğraf gördüm.
Fotoğrafçıyla biraz sohbet ettik.Sağ olsun bana o fotoğrafları verdi.Benim ortaokul yıllarımda gördüğüm o deliler birdenbire artık yazıya dökülmeye başladılar.Bunlar tabii benim şehrimde olan ve çocukluğumda olan insanlardı.
Bunlara ben kendi delilerimden de ekledim." "Benimki Afganistan'ı yaşamak oldu" Afganistan'da bulunduğu dönemde yaşadıklarını, insanların durumlarını, Türkiye'den yapılan yardımları ve gözlemlerini aktaran Bulduk, "Benimki Afganistan cihadı değildi.Benim Afganistan üçe ayrılıyor." dedi.
Erdem Beyazıt, Cahit Zarifoğulları ve Bahattin Karakoç gibi isimlerin anlattığı Afganistan sevgisiyle büyüdüklerini dile getiren usta yazar, "İkincisi Afganistan'ın yetimlerini gördüğüm ve onlarla hemhal olduktan sonra 'Afganistan'a geleceğim.' dediğim, İHH ile gittiğim 2012 yılı ve üçüncüsü de görev yaptığım süre içerisinde gördüğüm Afganistan. Üç Afganistan var gördüğüm.
Sokağını, bürokrasisini, yabancıları, Afganistan'ı kiralamaya çalışan, satın almaya çalışan insanları gördüm.Bu nedenle benimkisi cihattan ziyade Afganistan'ı yaşamak oldu." şeklinde konuştu.Zeki Bulduk, Afganistan'da kaldığı sürede "Afganistan Mektupları-Evlat Babanın Sırrıdır" kitabında anlattığı hikayelerden başka pek çok olaya da şahit olduğunu söyledi.
Mezar-ı Şerif'in arka mahallerinde gördüklerinden ve yaşadıklarından etkilendiğini dile getiren Bulduk, "Valiliğin, askerlerin dahi girmediği mahalleler vardır.Yani getto gibiydiler.Hastalık vardır, yollar çok fena engebelidir.
Araçla giremezsiniz, sadece o üç tekerlekli araçlar gider.Oraya eğer bir zırhlı araç ya da dört tekerlekli gibi araç girdiğinde gözlerini pörtletip size bakarlar, ürkersiniz." değerlendirmesine bulundu. "Biz hikayelerini kaybetmiş ve hikayeleri izleyen insanlarız" Afganistanlı bir çalışanlarının evine ziyarete gittiklerinde çok farklı bir manzarayla karşılaştıklarını anlatan Bulduk, şunları paylaştı: "Evde oturduk, iftarımızı yaptık fakat şoför arkadaş beni uyardı, 'Ağabey çok karanlık oluyor, gitmemiz lazım.' dedi.
Dışarı çıktığımızda anladım durumu.Cidden karanlık bir mahalledeyiz.Yani arabayla eğer yolda kalırsanız canınız da gidebilir.Mezar-ı Şerif'te saat 8-9'dan sonra genellikle araçlar çalışmaz, yollar kapalıdır.
Her an otomatik silahlı birisi önünüze çıkabilir, kim oldukları belli olmaz, sizi soyar hatta öldürebilir.Yol ortasında rahatlıkla öldürülebileceğiniz bir yer.Yanımızda çalışan kadın her sabah oradan çıkıyor, geliyor tertemiz bir ofiste, bahçede temizliğini yapıyor, akşam o eve gidiyor.
Bu benim ofisimin içinde olan bir hikayeydi.Bunun gibi binlerce hikaye vardı, rastgele birden aklıma geldi bu mesela. Önceden söyleseydiniz belki başka alengirli bir hikaye söylerdim, 'Buradan bir roman çıkar.' derdik.
Yürüdüğünüz her yerde bir roman var orada.Biz hikayelerini kaybetmiş ve hikayeleri izleyen insanlarız.Instagram'ı, Twitter'ı, sosyal medyayı izliyoruz, başkalarının hikayelerine laf çakmakla geçiyor ömrümüz.Orada laf çakacak vakit bulamazsınız. Çünkü herkesin bir hikayesi vardır, herkesin bir acısı vardır fakat bu acıya rağmen benim hoşuma giden sebatkar olmaları.
Her an öleceklerini bilmelerine rağmen kuşlar gibiler.Hani kuşlar sabah rızkının nerede olduğunu bilmez, ben şuraya yemleri biriktireyim demez.Biz parayı biriktiririz.Afganistan'da genellikle insanlar yarına paranın nereden geleceğini, ekmeğin nereden geleceğini bilmezler. Şunu bilirler ama Allah verecek.
Ben bunu orada yaşadım, çok net yaşadım." "Hindikuş Dağları, imparatorlukların imtihan yeridir" İskender'den bugüne dünyanın en büyük imparatorluklarının kurulduğu ve yıkıldığı Afganistan topraklarının ve Hindikuş Dağları'nın imparatorlukların imtihan yeri olduğunu ifade eden Bulduk, "Günümüzde modern dünyada da en fazla devlet kurulmuş ya da devlet oyunları oynanmış ve devletlerin çatıştığı yer olmuş olan Afganistan'dan bahsediyoruz." diye konuştu.
Afganistan'a ilk gittiğinde dağların görünüşünden ve büyüklüğünden etkilendiğini anlatan Bulduk, "Hazreti Adem'den beri kimsenin çıkmadığı dağlar bunlar demiştim.Dimdik, sadece kartallar ve Afganlar çıkabiliyor.Dağların bir kısmına kadar çıkan mayın tarlaları görmüştüm.
Neden?Ruslar yukarıya kadar çıkamamış, mayınları oralara kadar dizebilmişler.Ama yukarılar Afganların.Bu yüzden o insanlarda bir devlik var.Sünnet algısı bizimle aynı mezhepten olmalarına rağmen biraz daha katıdır.
Mollalara itaat vardır, isyan edemezsiniz, kafa tutamazsınız.Aslında birbirlerini dinliyorlar.Birbirinin sözünü dinleyen insanlar büyüyor, birbirini dinlemeyen insanlar düşüyorlar." ifadesini kullandı.Yazar Bulduk, yardım çalışmaları vesilesiyle Afganistan'ın farklı bölgelerini ziyaret ettiklerini ve birçok yerde kadınların doğum esnasında hayatını kaybetmelerinden duyulan üzüntünün dile getirildiği bilgisini paylaştı. "Biz psikolojinin çocukları olmaya başladık, orada hala 'ruh hali' var" Tıbbi yardımın 70 kilometre uzakta olduğu ve yolların da kışın kapandığı coğrafya şartlarında Mezar-ı Şerif'e gidemedikleri için insanların öldüğünü, bu nedenle bölgede yapılan sağlık ocaklarının önem taşıdığını aktaran Bulduk, sözlerine şöyle devam etti: "Sağlık ocağı yapıyoruz yakamızı bırakmıyor adamlar. 'Siz 7 bin kişinin hayatını kurtardınız.' diyorlar.
Bunun için bakan geliyor, 'Siz hiç kimsenin yapmadığını yaptınız.' diyor.Biz gerçekten 7 bin kişinin yaşadığı dört büyük köyün olduğu yerin ortasına bir sağlık ocağı yaptık, 'Muhtemelen artık ölüm sayısı azalacak.' dediler.
Ben o insanlarla durdum, oturdum, bu insanlar Rusları durdurmuşlardı.Orada tank ölülerini gösteriyorlar, bana gülümsüyor birisi.Gülümseyen kişinin bir eli, bir ayağı yok.Ona o kadar espri yapıyorlar ki gülmekten ölüyor adam.
Umurunda değil, elini ayağını kaybetmiş ama hayatını korumuş. 'Hayatım var.' diyor şükrediyor.Biz bir kayıpla hayatımızı kaybetmeye meyyaliz.Biz bir şeyi kaybettiğimizde küsüyoruz, darılıyoruz, bozuluyoruz, düşmanlar ediniyoruz, çabuk yıkılabiliyoruz.
Biz psikolojinin çocukları olmaya başladık, bu acı bir şey.Oraya Allah'a çok şükür daha psikoloji gelmemiş, yani 'ruh hali' var hala orada." İzleyicilerin sorularına da cevap veren Bulduk, hikaye ve romanlar kaleme aldığını, belgesel film çekmediğini fakat belgeselcilere yardımcı olduğunu söyledi.
Göçmenler ve Afganistan'a tersine dönüşle ilgili belgesel çekmek için gelenlere destek verdiklerini ifade eden Bulduk, "Görüntü dünyasından ziyade ben daha çok bilinç dünyasına seslenmek istiyorum.Benim işim kelimelerle.
Belgesellik çok şey var ama herkes kendi işini yapmalı." diye konuştu. "Afganistan sadece acının anlatıldığı yer olmamalı" Afganistan'daki yetimlerle ilgili belgesellerde olumsuz sonuçlar meydana getirebilecek içeriklerin de sıkça görülmeye başladığını savunan Bulduk, sözlerini şöyle sürdürdü: "Anne ile ilgili bir belgeselde çocuğun ağlamasını o kadar göstermek zorunda değilsiniz.
Yani korkunç bir şey, bakıyorsunuz Twitter'da 300 kişi retweet yapıyor, 5 bin kişi beğeniyor. Üst tarafta 6 kardeşiyle birlikte yaşayan bir çocuk, babasıyla birlikte yaşıyor, anne gitmiş.O anne sorusunu niye soruyorsunuz ki yani? Çocuk ağlıyor, çekiyor, gidiyor ve bunu kameraya alıyoruz. Şimdi Afganistan sadece acının anlatıldığı yer olmamalı bence.
Dram hikayeleri anlatmak bir millete haksızlık.Sürekli bunun yapılması haksızlık, Afganlar da bundan rahatsız.Siz bu trajediyi anlata anlata alışkanlığa dönüştürüyorsunuz.Burkalı kadınlar öyle ezilmiş büzülmüş şekilde anlatıyorlar, bunlar saçmalığın dik alası.
Bakın ben bir yetimhane ziyaretinde bayan öğretmenlerle karşılaştım, burkalıydılar ve benimle konuşmak istediler.Bir tanesi çatır çatır İngilizce konuştu ve bana kızdı, 'Neden İngilizce bilmiyorsun?' dedi, fırçayı bastı. 'Bize kalıcı yardım yapın.
Nedir böyle çocuklara çikolata falan dağıtıyorsunuz.' dedi. Çocukların eline bir şeyler tutuşturuyoruz, biz bir iyilik yaptık zannediyoruz. 'Bu insanları yardıma alıştırıyorsunuz.Biz dilenci değiliz.' dedi.Sürekli yardım yapmak, insanları yardıma alıştırmak gibi tehlikeli bir şey var.
En çok itibar ettikleri millet Türkler orada. 'Türk doğruyu yapar.' diyorlar.Kalıcı şeyler yapmamız gerekiyor artık.Yetimhaneyi yaptınız mı?Yetimhanenin işletimine de katkıda bulunun.Yetimhanenin içerisinde o çocukların içerisinde zeki çocukları alın, burslu olarak Türkiye'ye getirin.
Misafirlere şunu izah edemedim.Amerikalılar, Almanlar gidiyorlar en zeki çocukları avlıyorlar orada.Yetiştiriyorlar, büyütüyorlar, meslek sahibi yapıyorlar, 10 yıl sonraki ülkeye döndürüyorlar, milletvekili olması için önlerini açıyorlar.
ve o ülkenin yönetiminde söz sahibi olan yine Amerika'sı yine Alman'ı, yine İsviçre'si, biz değiliz.Biz ne yapıyoruz?Orada kendi aramızda irtibat kuramıyoruz." Horasan, Türkistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Afganistan'ın kıymetli topraklar olduğunu, bölgedeki insanlarla ilgili okumanın ve merak etmenin önemli olduğunu belirten Bulduk, "Biz zenginliğini kaybeden insanlarız.
Modern dünyaya adım attıkça fakir zannettiğimiz toprakları küçümsüyoruz ama orada insanın içi daha da zenginleşiyor." değerlendirmesinde bulundu.Kaynak: Anadolu Ajansı / Ahmet Esad Şani